Kimyasallarla ve genetik müdahalelerle bombaya dönüşen besinleri insanlar para vererek alıyor, yiyor, çocuklarına yediriyor. Hayatı her geçen gün daha yaşanmaz hale getiren şirketler ve iktidarlar, genetiği değiştirilmiş gıdalarla doğaya tecavüz ederek özürlü bir gelecek yaratıyor.
Mesud Ata / yeniHarman
Medeniyetin doruğuna doğru koşar adımlarla ilerliyoruz. İlerleme, modernleşme diyerek yücelttiğimiz ne varsa bizi alaşağı ediyor. Modern insan, kendi eliyle yaptığıyla keyiflenip doğaya kafa tutmakla övünürken, damarlarından tüm vücuduna yayılan, iliklerine işleyen yapay tatlandırıcılar ve keyif yapıcılarla kafası güzel bir çağın tadını çıkarıyor. Yeni nesil gerçek domatesin, gerçek elmanın tadının, kokusunun nasıl bir şey olduğunu bilmiyor. Hormonlu yiyeceklerle, genleriyle oynanmış besinlerle açlığını gideren çürük bir nesil yetişiyor.
Köylü, şehrin ışıltısıyla hipnotize edilip, köylerdeki yıldızlardan ay ışığından kopartılarak metropol denen kanalizasyona getiriliyor, ciğerine çektiği kesif kokuyla afallasa da zaman içinde şehrin üzerinde yükseldiği leş kokularına alışarak şehirli oluyor. Köylüler ihtiyaçlarını şehre inip alıyor, tarım çiftçinin değil büyük şirketlerin, makinelerin hükmü altında. Çiftçiler, daha evvel “organik sebze” denildiği zaman şaşkın şaşkın bakarken artık saf toprak, su, tohum bulamaz oldu. Kimyasal gübreler, ilaçlar, hormonlar kocaman sorun iken genetiği değiştirilmiş gıdaların çağı da başlamış oldu. Çiftçi kendi tohumunu çıkaramaz olmuş, genetik yapısından dolayı ikinci kez kullanılamayacak ya da kullanım hakkı patentlenmiş tohumları ekiyor. Kendi tohumunu biriktirip bir sonraki sene kullanamayan çiftçi, üretici kimliğini yitirmiş durumda. Her şey gıda tekellerinin, makinelerin kontrolüne giriyor.
Akrep genli domates
Genetiğiyle oynanmış gıdaların adını bir süredir daha sık duyar olduk. Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO), biyoteknoloji ile farklı organizmaların genlerinin evlendirilmesiyle ortaya çıkan yeni ürüne verilen isim. Amaç, istenilen tatta, kokuda, şekilde, renkte vs. dayanıklı, “kaliteli” ürün elde etmek. Soğuğa dayanıklı bir domates elde etmek için domatese köpekbalığı geni transfer edilirken, ürünü zararlılardan korumak için akrep geni naklediliyor. Sebze ve meyvelere nakledilen genler arasında “ihtiyaca göre” domuz geni ve insan geni de bulunabiliyor.
GDO katklı maddeler, GDO bazlı gıdalar hayatımızda uzun süredir var. Bunlarla ilgili sorun devam diyorken, insanlar uzun yıllardır neredeyse her gün GDO katkılı ürünleri tüketirken artık doğadan alıp doğal diye tüketebileceği ürün bulamayacak duruma geliniyor. Buğday, pirinç, mısır, ayçiçeği, şeker pancarı, patates, ıspanak, soğan, sarımsak, karpuz ve elma gibi doğal diye uzandığımız ürünler genetiği değiştirilmiş tohumlardan elde ediliyor.
Daha kaliteli olacağı iddia edilen GDO’lar devasa bir tehlike. Daha şimdiden kansere, kısırlığa, alerjiye, bağışıklık sisteminin zayıflamasına yol açtığı tartışmaları sürerken, genetik değişim gibi, etkileri uzun bir sürenin ardından görülebilecek, şimdiden tespit edilmesi mümkün olmayan muhtemel çarpıklıkları düşünmek ürkütüyor. Farklı genler biraraya gelerek bambaşka özellikler kazanabilecek; bu ise GDO’ların, doğada etkileşim halinde olduğu diğer bitkilerde ve o ürünleri tüketen insan ve hayvanlarda farklı tuhaflıklar yaratabilecek. Zaman içinde insan, hayvan ve bitkilerin soy kütüğüne işlenerek nesilden nesile aktarılacak.
‘Islah’ adına bozgunculuk
2006’da Meclis’ten geçen Tohumculuk Yasası ile tohum üretimi yurtdışından çeşitli şirketlere teslim edilerek, çiftçilerin inisiyatifi ortadan kaldırılmış, tohumların büyük tohum tekellerinin eline geçmesine neden olmuş ve genetiği değiştirilmiş tohumların önünü iyice açmıştı. Bu yasayla çiftçilerin kendi arasında tohum paylaşması engellenerek, çiftçilerin kendi bölgelerinin dokusuna uygun, kaliteli ve verimli tohum kullanmalarının önü iyice kapatılmıştı.
GDO’ların önünü açan yasanın ardından, bu yıl Mayıs ayında Milletvekillerinden ve Tübitak temsilcilerinden oluşan bir grup ABD’ye “GDO ve tohum gezisi” olarak tanımlanan bir görüşmeye gitmişti. Bu görüşme Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi’nden Kemal Özer tarafından “genetiği değiştirilen ürünlerin Türkiye'de satılmasının yasallaştırılmasına yönelik ikna gezisi” olarak yorumlanmıştı.
ABD’nin başını çektiği GDO üretiminin tüm dünyaya yayılması için çaba harcanıyor. Yaygınlaştırma politikası GDO’nun daha kaliteli ve daha ucuz gıda üretimi için gerekli olduğu söylemi üzerine inşa ediliyor. Kimi Avrupa ülkelerinin de içinde bulunduğu pek çok ülke GDO’ya hayır, diyor. Türkiye heyetinin ABD gezisi sıralarında İskoçya Çevre Bakanı da “Biz, GDO karşıtı diğer tüm uluslarla omuz omuza durmaya ve insanlarımız istediği için mücadele etmeye hazırız” diye açıklama yapmıştı.
Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, geçtiğimiz ay Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nı adının Tarım ve Gıda Bakanlığı olarak değiştirileceğini bildirerek çeşitli açıklamalarda bulundu. Bu açıklamalar arasında GDO da vardı. Çiçek, açıklamasında “Genetiği değiştirilmiş bitkilerin izinsiz kullanımı, biyolojik çeşitlilik merkezleri ve organik tarım yapılan alanlara yakın üretimlerle bebek mamaları ve küçük çocuk ek besinlerinde özel amaçla geliştirilenler hariç kullanımı yasaklanmıştır. Dolayısıyla bu alandaki bir başıboşluk, düzensizlik ortadan kaldırılmış olacaktır.” diyordu. Oysa başıboşluğun ve düzensizliğin kaynağının GDO’ların bizzat kendisiydi. GDO’lar küçük çocuk besinlerinde kullanılmasa dahi çocuklarını emziren anneden çocuğa geçebilecek, hayvan yemi olarak kullanılmaları takdirde hayvanlara ve dolayısıyla hayvan ürünlerinden yine insanlara geçecek, böcekler aracılığıyla tozlanmayla diğer tarım alanlarına taşınacak.
Muhafazakar kafalar, canlıların geleceğini tehlikeye sokan, suyu, yiyeceği, havayı kendi tekelleri altına almaya çalışan girişimlere karşı olan hareketleri “solcu ve anarşist zırvaları” diye nitelerken, meselelerin sağlamasını kendi inançlarıyla yaparlarsa yine aynı sonuca ulaşacakları bilincinde değiller. İnançları, kitapları para endeksli olduğundan tanrısal emirlerini tuhaf bir biçimde okuyan ve kitabi emirlerden anlamak istediklerini anlayanlar ciddi bir çelişkinin ağına düşmüş durumdalar. Sadece gıda da değil pek çok alanda “ıslah” adına bozgunculuk yapanlar, kendilerine saf bir şekilde verilmiş olanı bozup kendi elleriyle hastalıklı bir şey yaratmaya girişiyorlar.
Monsanto: Yaşamı patenleyen şirket
GDO meselesinin diğer boyutu da tekelleşme. GDO üreticisi birkaç biyoteknoloji şirketi kendi icatları olan tohumların piyasasını ellerinde tutuyor. Şimdilik kullanım alanını genişletmek için ucuza tohum satan bu şirketler tekeliyetlerine dayanarak fiyatları arttırıyor. Şirketler, patentledikleri tohumlar için özel olarak ürettikleri zirai ilaçları da pazarlayacak; “terminatör geni” taşıyan kısır tohumları bir sonraki sene de üreticilere satarak karlarına kar katıyor olacak.
Bugün Avrupa ve dünya tohum piyasasını elegeçirmeye çalışan başlıca şirketlerin isimleri Monsanto, DuPont ve Syngenta. Bu şirketlerden Monsanto bu pazarın çok büyük bir dilimini elinde tutuyor. Monsanto’nun “üçüncü dünya ülkeleri”ndeki çalışmalarını gözlemleyen Dr. Aydın Salih, çiftçileri kısır, ikinci sefer ürün veremayacek tohumlarla kendisine bağımlı hale getiren şirketin tepkile üzerine “terminatör geni”ni geri çekmiş ve onun yerine modifiye edilmiş farklı bir genle tohum üretmiş. Dr. Salih Aydın’ın şirketin hilesini şöyle anlatıyor: “Terminatör geninin yerine ‘Traitor (Hain) Geni’ gelmişti. Bu tohumlar bir sonraki hasat için tohum olarak kullanılabiliyordu, ancak iş meyve vermeye gelince değişiyordu. Bu sefer de bu tohumlardan ürün elde edebilmek için sadece Monsanto tarafından üretilen ve bu bitkileri stimüle eden özel kimyasal bileşimin kullanılması gerekiyordu. Böylece şirkete olan tarımsal bağımlılık eskisi gibi devam ediyordu.”
Biyolog Salih Aydın’ın 2006 yılında Haber Ajanda Dergisi’yle paylaştığı tecrübeleri Monsanto’nun ve diğer kapitalist şirketlerin nasıl bir ruha sahip olduğu konusunda bizi bir kez daha hayretlere düşürüyor: “Oldukça geniş bölgelere dağıldıktan sonra, Monsanto gibi şirketler, ürün fiyatlarını bir anda on katına yükseltiyor, çiftçilere topraklarını ipotek etmeleri karşılığında tohum satın alabilmeleri için kredi teklif etmeye başlıyor. Bir süre sonra da o toprakları aracı firmaları kullanarak, satın alıyor. Tüm bunların yanında Monsanto toprak kiralayabiliyor ya da çiftçilerin kendi tohumlarını kullanmalarını sağlayabiliyor. Tüm bu sürecin sonunda, ki bu süreç yaklaşık 7-8 yıldır, binlerce dönüm tarım alanı Monsanto’nun eline geçiyor. Bir taraftan çiftçilerin topraktan uzaklaştırılması gerçekleşiyorken, diğer bir taraftan da geleneksel tarım yok ediliyor ve doğal tohumlar laboratuardan çıkmış GM tohumları ile değişiyor. Sonuçta Monsanto koca devletlere kendi sözünü geçirir hale geliyor, bu durumda da gıda pazarının bağımsızlığı söz konusu bile olmuyor. Bu haldeki bir ülke yönetimi, Monsanto’nun aleyhine bir adım attığı takdirde de kolaylıkla ülke çapında kıtlıkla karşı karşıya kalabilir. Bugün Latin Amerika ülkeleri GM ürünlerinin doğal tarımsal kültürlerini yok etmesi sorunu ile ciddi bir şekilde karşı karşıya kalmış durumda. Nebraska Üniversitesi’ndeki bilim adamlarının yaptığı tespitlere göre, Monsanto’nun ürettiği ‘GM Round Up’ soyasının verimliliği, doğal soya bitkisinden yüzde 11 daha az ve GM soya bitkisi için hektar başına kullanılan gübre miktarı normal soya için kullanılandan 2-5 kat daha fazla’ Bir ilginç nokta daha’ Monsanto firmasının merkez ofisinin yemekhanesinde asılı olan tabela dikkat çekici: ‘Menümüz transgenik komponentler içermemektedir’
Bomba değil yiyecek!
“Food Not Bombs” (Bomba değil yiyecek) dünyanın pek çok yerine yayılmış bir organizasyon, bir slogan. Türkiye’de bir grup anarşistin de bu isimle gerçekleştirdiği eylemlerde militarizme ve kapitalizme karşı dayanışma mesajı veriliyor. Devletler ve şirketler, savaşa yatırım yaparak insanların üzerine bombalar yağdırmanın yanı sıra artık insanların para vererek evine bomba götürmesi, bomba yemesi için çalışıyor. Kimyasallarla ve genetik müdahalelerle bombaya dönüşen besinleri insanlar para vererek alıyor, yiyor, çocuklarına yediriyor. Kimi Afrika ülkeleri bile açlık sorununa rağmen “GDO’ya hayır” diyor. Geri bırakılmış ülkelere gönderilen bombalardan sonra yollanan gıda yardımları bile bomba niteliğinde artık. Militarizme karşı ortaya çıkan “bomba değil yiyecek” sloganı da artık sadece devletlerin şiddet terörüne karşı değil gıda terörüne karşı da mesaj veren bir slogan.
Zaman ayarlı bir bomba olan GDO meselesi, insan klonlama ile ilgili tartışmalarda kullanılan “gen-etik” tanımının, tüm genetik çalışmaları, biyoteknolojiyi hatta teknolojinin bizzat kendisinin sorgulanmasında da kullanılması gerektiğini hatırlatıyor. İnsanlara vaat edilen parıltılı modern dünyanın nimetleri siyanür enjekte edilmiş yasak elmalardan başka bir şey değil. Hastalıkları tedavi edebilmek umuduyla geliştirilen teknolojinin bizzat kendisi hastalık sebebi. Yıllar evvel adını duymadığımız, ne olduğunu bilmediğimiz hastalıklarla pençeleşiyoruz. İnsanın gen haritası çıkarıldı, müjdeleri bu geni yavaş yavaş çürütecek yeni projelerin habercisi.
İnsanın yeryüzünde oynadığı tanrıcılık oyunu, onu her geçen gün daha zayıf daha çürük bir yaratığa dönüştürüyor. Kutsal kitaplarının ayetlerini tersten okuyarak ya da bilimi din edinerek kendisini dünyanın merkezine koyan insan, kendisine biçilen “dünyanın en şerefli varlığı” kimliğinden uzak, tiksinti verici bir kimliğe bürünmüş durumda.