23 Eylül 2007 Pazar


Adalet zenginler için vardır
Gerçek bir öykü, tamamen kurgu dışı bir belgesel kitap. Grisham, sayısız belge incelemiş, olayı yaşayan kişilerle görüşmüş, olayın yaşandığı mekânları gezmiş, ciltler tutan yeminli ifadeleri okumuş"Acaba masum olduğum kanıtlanıncaya kadar suçlu muyum, yoksa suçlu olduğum kanıtlanıncaya kadar masum muyum?" Duruşmada, suçsuz olduğunu söyledikten sonra ifadesini bu soruyla bitiren Dennis Smith soruyu sormakta son derece haklıydı.Amerika'nın bir eyaletinde, işlemediği bir tecavüz ve cinayet suçu nedeniyle, hakkında hiçbir delil olmadan, sadece polisin bulduğu 'yalancı tanıklar' ve bilimselliği kabul edilemeyecek 'laboratuar raporu'nun doğru olduğu varsayılarak ömür boyu hapis cezası alan, haksız yere on iki yıl hapis yatan bir 'ABD vatandaşı'ydı. Dennis Smith'le ortak kaderi paylaşan Ron Williamson'ın yaşamı ise çok daha trajikti. Aynı cinayeti birlikte işlemekten yargılanan Ron Williamson, ölüm cezasına çarptırılmıştı. İnfaza beş gün kala ölümden döndü. Tek hayali ünlü bir beyzbol oyuncusu olmak olan Ronnie, on iki yıl ölüm hücresinde kaldıktan sonra, ancak beş yıl yaşayabildi.Otuz beş yaşında hapse giren Ronnie, hapisten çıktığında kırk yedi yaşındaydı ama altmış beşinde gösteriyordu. Akıl sağlığını tamamen yitirmiş ve kendi başına yaşayamaz hale gelmişti. Belki de zamanında yapılacak iyi bir psikiyatri tedavisiyle sağlığına kavuşabilecekken, on iki yıllık hapis yaşamı boyunca yalan yanlış ilaçlar, kötü muamele, en sağlıklı insanı bile çıldırtıcı koşullar, Ron Williamson'un sadece 'yaşam süresini' kısaltmakla kalmamış, ruh sağlığını, hayallerini, umutlarını, en doğal insan hakkı olan 'mutlu yaşam hakkı'nı da elinden almıştı.Ortaçağ değil; yıl 1983
Benzer kaderi paylaşan sadece Dennis Smith ve Ron Willamson değildi. John Grisham, Masum Adam isimli belgesel romanında, Dennis ve Ronnie'nin hikâyesine odaklanmakla birlikte, aynı dönemde yine çok benzer koşullarda haksız yere suçlanan üç 'masum adam'ın daha öyküsünü anlatıyor. İnsan, romanı okuduğunda, idam edilen daha kaç 'masum adam' vardı acaba, diye sormadan edemiyor.Dennis Smith ve Ron Williamson'un yaşamını cehenneme çeviren olaylar ortaçağda, engizisyon mahkemelerinde yaşanmış değil. Cinayetin işlendiği 1983 yılından 2000 yılına kadar süren haksız yargılama, idam ve hapis cezası, yalan üzerine kurulu bir 'adalet sistemi'... Burası 'ilkel' kabilelerin yaşadığı, dünyanın uygarlıktan uzak bir köşesi de değil; dünyanın çeşitli ülkelerine 'demokrasi' ve 'insan hakları' götürmek üzere savaş açmış olan ABD'nin bir eyaleti. Sadece bu küçük eyalette yaşananları, birkaç vicdansız savcı ve yargıcın 'hatası' olarak görmek mümkün mü? Bu soruya verilecek tek bir yanıt var: Uydurma kanıtlarla yargılama yapan, hile ve tehditle yalancı tanıklar bulan, duygusal baskıyla sanıklarından 'itiraf kopartan', yargılamanın başından sonuna kadar kötü niyetli olduklarını gösteren o savcı ve yargıçlar, her şey ortaya çıktıktan sonra da görevlerinde kaldılar ve kim bilir daha kaç kişiyi ölüm hücresine gönderdiler. Kaçının gerçek suçlu olduğu ise vicdanlı olanların zihninde bir soru olarak kaldı...
Neden Dennis ve Ronnie'yi kurban olarak seçmişti savcı ve polis? İkisi de toplumun kenarında kalmış, 'saygın' meslekleri olmayan, içkiye, uyuşturucuya ve kadına düşkün 'serseriler'di. Üstelik yoksul ailelerin çocuklarıydılar. Kimseyi satın alabilecek güçleri yoktu. Ünlü avukatlar da tutamazlardı. Tecavüz ve cinayet suçuyla itham edildiklerinde, bu suçların toplum tarafından onlara 'yakıştırılması' da son derece kolaydı. Kimse yadırgamazdı, nasılsa onlar 'potansiyel' birer suçluydu... Masum oldukları kanıtlanıncaya dek! Dennis Smith, en 'iyi hukuk okulu'ndan mezun olmuş sayılırdı. Cezaevinde bulunduğu süre boyunca suçsuzluğunu kanıtlamak için sayısız hukuk kitabı bitirdi. Ve bütün yaşadıklarının sonunda, vatandaşı olduğu ülkenin adalet sistemini şöyle tarif ediyordu: "Kendinizi savunacak paranız yoksa, yargı sisteminin insafına kalıyorsunuz. Bir kere sistemin ağına takılırsanız, kurtulmanız neredeyse olanaksız; suçsuz olsanız bile."
Neden gerçek suçlu olan Greg Gore, kurbanla birlikte son görülen kişi olduğu halde es geçilmiş, doğru düzgün sorgulanmamış, "laboratuar raporlarından muaf tutulmuştu?" Üstelik Ron Williamson sadece ve sadece onun 'tanıklığı'na dayanılarak tutuklanmıştı. Gerçek suçlu olan Gore, bunun nedenini aradan yaklaşık yirmi yıl geçtikten sonra açıklayacaktı: "Ancak, 1980'lerin o ilk yılları boyunca Ada polisinin çoğunlukla bana iyi davrandığının farkındaydım, çünkü kendileriyle birlikte uyuşturucu işinin içindeydim. (...) Doğrudan doğruya Bay Williamson'u teşhis etmemi önerdiler."
Bulunan öteki tanıklar ise cezaevindeki diğer suçlulardan oluşuyordu. Çünkü, "özgürlüğe kavuşmanın veya en azından ceza indirimi almanın en kestirme yolu, bir şüphelinin suçunu veya suçun bir bölümünü itiraf ettiğini duymak veya duyduğunu iddia etmek, sonra da bunun karşılığında bir şey koparmak üzere savcıyla pazarlığa oturmaktı".ABD anayasasına göre insanların kendini suçlu ilan etme yolu kapatılmıştır! Yasalarda sorgulamalar sırasında polisin nasıl davranacağına ilişkin sayısız hüküm vardır. Örneğin tehdide maruz bırakılmış bir zanlının itirafı geçersizdir... Sorgulamanın uzunluğu, gündüz mü gece mi yapıldığı, sorgulamayı yapan kişinin psikolojik yapısı, deneyimi, eğitimi, yasalara göre denetlenmeliydi. Ancak Grisham'ın anlattığı beş gerçek öykünün tamamında bu yasaların hiçbiri hayata geçirilmemişti. Aksine, polis tarafından tehdit ve ağır baskıya maruz kalan zanlılar, on saat süren, gece başlayıp sabaha kadar devam eden sorgulamalardan kurtulmak için 'onlara istedikleri ifadeyi' vermek zorunda kalmışlardı. ABD anayasasına 'gerekli hükümleri' koymuştu. Peki ya 'uygulamadaki sorunlar?'
Amerikan polisiyeleri ve gerçek
John Grisham'ın Masum Adam kitabını okurken, aklıma sık sık izlediğim Amerikan polisiyeleri geldi. O polisiyelerde, gerçek katil eninde sonunda yakalanırdı! Dedektifler, FBI görevlileri, polis her zaman 'iyi Amerikan vatandaşları' olurlardı. Vicdanlı, fedakâr ve yardımsever! Sorgulamalarını her zaman nazikçe yapar, ancak gerçek suçluyu bulduklarında sertleşirlerdi! Laboratuarlarda en bilimsel koşullarda, en ayrıntılı incelemeler yapılırdı. Saç, kıl örnekleri, DNA testleri, titizlikle inceleyen ve bir haksızlık yapılmaması için gece gündüz çalışan 'süper' polisler görürdüm ekranlarda. Elbette o zaman da bunların birer kurgu olduğunu iyi bilirdim. Ancak Grisham'ın Masum Adam'ı, gerçek bir öykünün, hiç hayal katılmadan aktarılmış, tamamen kurgu dışı bir belgesel kitap. Grisham, sayısız belge incelemiş, olayı yaşayan kişilerle görüşmüş, olayın yaşandığı mekânları gezmiş, ciltler tutan yeminli ifadeleri okumuş... Gerçeğin etkisi kitabı okuduğumda beni sarstı!
John Grisham olayları mümkün olduğunca nesnel bir şekilde aktarmış. Kitabı okurken kendinizi yaşananların izler gibi hissediyorsunuz. Grisham kuru bir şekilde olayları sıralamıyor, olayların içindeki insanların yaşamöykülerini, geçmişlerini de bir edebiyatçı diliyle aktarıyor. Suçlanan insanların özlemleri, zayıflıkları, hataları, çocukluklarından taşıdıkları hayalleriyle o insanları tanımanız, olayın yüzeydeki boyutunun da ötesini görmenizi sağlıyor.
Masum Adam'da yalnızca adalet sisteminin korkunç boyutlara ulaşan yanlışları anlatılmıyor. Amerikan cezaevlerindeki insanlık dışı uygulamalar son derece canlı bir şekilde aktarılıyor. John Grisham bu belgesel romanıyla, Amerikan toplumunun aile yapısı, toplumsal ilişkiler, zengin-yoksul farkları konusunda da son derece ayrıntılı ve gerçekçi bilgiler veriyor. Masum Adam, önyargıları altüst eden bir belgesel roman.
IRMAK ZİLELİ
MASUM ADAM John Grisham, Çeviren: Şefika Kamcez, Remzi Kitabevi, 2007, 366 sayfa
Radikal Kitap17/08/2007

1 yorum:

Adsız dedi ki...

John Grisham'la ilgili bir başta tanıtım yazısı
(Radikal gazetesi02/09/2005) :


Grisham, 'Tuzak'a düştü

Hollywood'un sevdiği yazarlardan John Grisham, 'Tuzak'ta casusluk örgütlerinden kaçan bir avukatın öyküsünü anlatıyor





HEYZEN ATEŞ

TUZAK
John Grisham, Çeviren: Enver Gürsel, Remzi Kitabevi, 2005, 333 sayfa, 15 YTL.

Bildiğini bilmeyenler için bu satırlar; çünkü Hollywood'un en sevdiği yazarlardan olan John Grisham'ı hiç okumadıysanız bile izlememiş olmanız mümkün değil. Başrolünü Tom Cruise'un oynadığı 'The Firm' (Şirket), Kevin Spacey'li 'A Time To Kill' (Öldürme Zamanı), Julia Roberts'lı 'Pelican Brief' (Pelikan Dosyası), Dustin Hoffman ve Gene Hackman gibi iki büyük oyuncuyu bir araya getiren 'Runaway Jury' (Jüri) Grisham'ın kitaplarından uyarlanan filmler.
Eğer bu filmleri izlediyseniz ya da yazarın kitaplarından birkaç tanesini okuduysanız durduğu yeri, hayata bakışını da az buçuk kestirmeniz, sivil davaları ve bireysel başkaldırıyı savunduğunu tahmin etmeniz gayet olası. Uzun yıllar avukatlık yapan, işe ceza avukatı olarak başlayıp daha sonra sivil davalara yönelen John Grisham'ın yazmaya başlaması 1984 yılında, on iki yaşında bir tecavüz kurbanının mahkemede ifade vermesine tanık olmasıyla başlıyor.
Kurbanın babasının suçluyu öldürmesi hâlinde neler olacağını kurgulayarak yazmaya başlıyor yazar. Ama öyle ince eleyip sık dokuyarak çalışıyor ki, bu ilk kurgu üzerinde, kitabı bitirmesi üç yılını alıyor. Grisham'ın yazarlığa başlamasının ve ilk kitabı Öldürme Zamanı'nın öyküsü bu işte. Yazar, uzun süre kitabını yayımlayacak bir yayınevi bulamasa da en nihayetinde 1987'de basıldığında kitap büyük ilgi görüyor.

Sistemin içindeki kahramanlar
İlk kitabın ardından işe iyice ısınan Grisham, genç bir avukatın büyük bir hevesle katıldığı hukuk firmasında dönen dolapları fark etmesiyle değişen hayatını ve firmayla mücadelesini konu alan ikinci kitabı Şirket'i yazıyor. 1991 yılında yayımlanan bu ikinci kitabın da çok satanlar listelerine girmesinin ardından yazar neredeyse her yıl bir kitap yazmaya başlıyor. Ancak bir süre sonra hukuk/davalar çevresinde dönmekten vazgeçip, çerçeveyi biraz daha genişleterek ahlâki değerleri sorgulamaya ve sistemin kendisini eleştirmeye yöneliyor. Bu noktada, Grisham'ın kahramanlarını iyi anlamak gerekiyor. Çünkü onlar, okuyucunun alışkın olduğu iyi, doğru ve dürüst karakterler değiller. Şirket'teki genç avukat ne kadar derine batacağını bilmese de kendisine önerilen koşullar ve ücretin yüksekliği düşünülünce -aptal biri de olmadığından aslında- neyle karşı karşıya olduğunun/ olabileceğinin işi kabul etmeden önce de farkında, sadece boyutlarını doğru kestiremiyor. Ya da Jüri'deki idealist kahraman; doğru olmayan şeyler yaparak doğru sonuca ulaşmayı hedefliyor. Bütün bu karakterler sistemi iyi biliyor, onu kullanıyor, açıklarından yararlanıyor ve de çoğunlukla galip geliyorlar. Sistemin dışında değiller, bilakis, boğazlarına kadar ona batmış durumdalar.
90'lar Grisham için çok başarılı geçiyor; dünya çapında en çok satan Amerikalı yazar olduğu açıklanıyor. Buna karşın yazar 1996'da mahkeme salonlarına trafik kazasında ölen bir adamın ailesini temsil etmek için geri dönüyor ve bu davayı kazanıyor.


Yeni çağın oyuncakları
Tuzak'a gelince; Grisham yine sistemi, sistemin dışına itilen kahramanları getiriyor okuyucunun huzuruna. Bu kez konu dünyanın en güçlü gözetleme uydusu. ABD'nin uzaya yerleştirdiği uydularla neredeyse tüm dünyanın sırlarına tek tek vakıf olduğu bugünlerde yine güncel bir konuya işaret ediyor Grisham. Yazar, yeni kitabında yine avukatlardan seçiyor kahramanını. Avukat Joel Backman, sözkonusu uydunun sırrını bilenler arasında hayatta kalmış tek kişidir. Altı yıldır bir cezaevinde tecrit hücresinde kalmaktadır ve özgürlüğü kavuşmak için daha on dört yıl beklemesi gerekiyordur. Ancak CIA'in bir başka planı vardır: Diğer haber alma örgütlerini tuzağa düşürmek için Backman'ın serbest kalmasını sağlamak... Ve seçimleri kaybeden ABD Başkanı'na son iş olarak Backman serbest bıraktırırlar. İşte bu noktadan sonradan Grisham'ın keyifli üslubuyla dile getirdiği bir sürek avı başlar. CIA planı doğrultusunda diğer örgütlere onun Bologna'da olduğunun bilgisini sızdırır. Backman için ölüm kaçınılmaz olmuştur. Hem ölümünü ertelemeyi hem de kendisini kimin öldüreceği sorusunun peşinde kaçmaya başlar.
Tuzak'ta elektronik gözetleme sistemleri, telsizler. mikrofonlar, akıllı cep telefonları gibi casusluğun teknolojik oyuncaklarına ağırlıkla yer veren Grisham kurguyu da başarıyla inşa ediyor. Ancak yine de bu son romanı pek de iyi eleştirmenler almayı başaramadı. Çünkü yazarın Tuzak'tan bir önceki kitabı Last Juror (Son Jüri Uyesi) birçok yazar ve eleştirmen tarafından en iyi kitabı kabul ediliyor. Belki Tuzak'ın hafif gelmesinin nedeni de budur...