28 Nisan 2008 Pazartesi

Bir fırıncı öyküsü

Yaşlılarla konuşmayı daha doğrusu onları dinlemeyi çok severim. Hepsi birer deryadır. Dünya hakkında size söyleyecekleri çok şey vardır. Geçen hafta karşılaştığım bir öğretmenimin (Antalya Aksu Köy Enstitüsü 1946 mezunu Mehmet Şaban) anlattıkları öyle ilginçti ki yazmadan edemedim. Bilmem ondan izinsiz anılarını yazmamı densizlik sayar mı ama onun anlattıklarından alınacak dersler var.
Mehmet başöğretmenim (senelerce Gaziosmanpaşa’da bir okulda müdür olarak çalışmış) tam seksen iki yaşındaydı. Bana 1940’lı yıllardaki mücadeleli öğrenciliğini anlatırken hem güldü hem ağladı. Ben ise derin düşüncelere daldım.
Onun öğrenci olduğu dönem, biliyorsunuz İkinci Dünya Savaşı’nın dünyayı kasıp kavurduğu yıllar. Biz savaşa girmemiş olsak da savaş Trakya sınırlarımıza kadar gelmiş; ekmek karneye bağlanmış. Herkes yarı aç yarı tok...
Öyle bir dönemde Antalya Aksu Köy Enstitüsü öğrencileri de doymuyor. (O kuşaktan yakınınız varsa dikkat edin sofradaki kırıntıları bile bir bir yerler veya toplayıp bir kavanozda biriktirirler; sonradan köfte hamuruna katmak veya kızartma unu olarak değerlendirmek üzere. Nedeni budur; ekmeği bir zamanlar karneyle almış olmaları. Günlük bir dilim ekmek tayınlarının bir kırıntısını bile ziyan edemeyecek duruma düşmeleri...) Çocuklar birer ikişer köylerine dağılıyorlar. Köylerde ekmek bulma olasılığı daha fazla. Mehmet öğretmen de (herhalde 15-16 yaşlarında o sıra) babasından bir mektup alıyor. Babası “Oğlum eve gelme. Ben evdeki kardeşlerini doyuracak ekmeği bile bulamıyorum,” diyor. Bir baba oğluna bunu demek zorunda kalıyor; düşünün artık... İnsanlar açlıkla terbiye oluyorlar yani... (Mehmet öğretmen sözünün burasında ağlamaya başladı.) Babasından umudu kesince ilçeye gidiyor. İlçedeki doktor onun haline acıyor. “Oğlum,” diyor. “Bizim eve git de karnını doyur.” Mehmet günlerdir karnı doymamış olduğundan, doktorun evinde ailenin bir haftalık ekmeğinin yarısını bir oturuşta yiyor. Doktor durumu görünce kızamıyor. “Gel,” diyor. “Seni bu yaz bir işe yerleştireyim. Hem okul harçlığı çıkarırsın, hem de karnın doyar.” Ve Mehmet’i kasabanın fırınına çırak veriyor.
Mehmet akıllı bir çocuk. Orada kısa sürede ustasından ekmek yapmayı öğreniyor. (Hatta bana maya yapmayı bile anlattı. Biliyorsunuz ekmek mayası hazır alınan bir şey. Ama mayanız yoksa ne yaparsınız ekmeğin taşması için?)
Öykünün bundan sonrası tahmin edileceği gibi gelişiyor. Okulda bir fırıncıya gereksinim olunca Mehmet bu işle görevlendiriliyor. Gece belli aralıklarla kalkıp mayayı hazırlıyor, hamuru tutuyor, hamurun mayalanmasını kontrol ediyor, ekmekleri hazırlıyor ve kahvaltıdan önce ekmeği hazır ediyor. Sonra bütün öğrencilerle birlikte ders başı yapıyor. Kısacası gündüzü öğrenci, geceyi fırıncı olarak yaşıyor.
İşte Mehmet Şaban, bu yoksul köy çocuğu böyle okuyup, başöğretmen oluyor. Daha binlerce köy enstitülü yoksul çocuk gibi... Sonra da doğdukları yörelerde çevrelerine ışık saçıyorlar. Şimdi hepsi sekseni devirmiş o kuşak çevrelerine ışık veren birer mum olmuşlar, kendilerini hiç düşünmeden. Bilirsiniz mum dibine ışık vermez. Çalmamış çırpmamış, hepsi de yoksul ve onurlu. Son yıllarda basında köy enstitülerine karşı ağzı olanın konuşmasına, galiz küfürler edilmesine karşın başları dimdik. Sırtları seksen yılın ağırlığıyla bükülmüş olsa da...

17 Nisan 2008 Perşembe

O BİR KÖY ENSTİTÜSÜDÜR

Çoktan yıkılıp gitti Atina
Mermer yapıları, ünlü yargıçları toz
Ama Sokrates
Egemen kılıyor bin yıl sonra da
Yöreye dostluğu, aklı
Başlıyor Diyonisos şöleni ve imece

Anitosları Meletosları günümüzün
Bu kez boşuna yırtınmanız
O bir Köy Enstitüsüdür her yerde
Bilge toprağı Anadolu’mun
Erdirir başakları, üzümleri, sevinci
“Hitit Güneşi’nde...

Bakarsın Montaigne’dir kendini açıklar
Nazım’dır söyler yiğit şiirini
Rakı içer Tonguç’la akşamları
Taş kırar, yol döşer sabahlara dek
Işır karanlığın dibinde
“Roma Mozaikleri”

Merhaba Yunus, merhaba Hayyam
Merhaba altın hasatlar
Dilinde türküsü “Halk Ana”nın
Bal peteğine döndürmüş günü
Derken çağın karanlığını sarsan
Taptaze bir Babeuf rüzgarı
Merhaba yaşamak

Merhaba evren

Mehmet Başaran