Bol limonlu, ekstra beyaz peynirli karışık ot salatası bugünkü öğle yemeğim.
Bu ot yazısını ise ormanda geçirdiğim olağanüstü güzellikteki güne borçluyum.
Bu ot yazısını ise ormanda geçirdiğim olağanüstü güzellikteki güne borçluyum.
Denizde sis, havada güneş vardı...
Kalabalık bir gruptuk. Sarıyer’de buluştuk. Sabah saatleriydi ve boğaz sisler içindeydi. Yazdan kalma, insanın içini yaşama sevinci dolduran günlerdendi. Hani tam pastırma yazı dedikleri. Dostlar da sıcacıktı. Balıkçı tekneleri yanında çay içtik. Tost yedik. Ardından doğru Kilyos’a. Oradan orman yollarına daldık.
Kayalıklar aştık, uçurumlar (!) geçtik, ıssız kumsallarda dolaştık, çamurlandık, sulara girdik. Şahane bir yürüyüş oldu. Bir ara önümüze Uzan’ın eski arazisinin tel örgüleri çıktı ama onlar bile bizi yolumuzdan alıkoyamadı. Çalıların arasından geçip karşı yamaçtaki yola ulaşmayı inat edip başardık. Sonra ver elini orman. Beni denizin mavisinden de çok sevindiren orman oldu: Bitkiler. Nelerle karşılaştım nelerle. Bin bir çeşit ot. Acı marullar, turpotu, bol bol taptaze kuzukulağı, çoban iğnesi, sinir otu... Evet inanmayacaksınız belki ama hepsi oradalar. ‘Ben buradayım, siz neredesiniz’ diyorlar adeta Oğuz Atay gibi. Yalnız sinir otlarından toplayamadım. Çünkü onlara daha ormana girmeden, yürüyüşün ta başlarında rastladık. Yani daha ot toplama sevdasına tam olarak kendimizi kaptırmadan... Yürüdüğümüz patikanın iki yanını kaplamıştı sinir otları. Adına bakmayın çok sevimli görünüşü olan bir ot bu. Belki saksı çiçeği bile yapabilirsiniz. Renkleri de öyle canlı bir yeşildi ki.
Sonra bir yamaçta kuzukulaklarını görünce artık dayanamayıp yolmaya başladık. Araya ötekiler de karıştı.
Hayatımda gördüğüm en büyük mantarlara ise orman yolunda rastladım. Neredeyse 35-40 santim genişlikteydi biri. Bir tanesi üzerine yıldız tozu serpilmiş gibi ışıl ışıl parlıyordu. Üzeri pembe beneklerle kaplı olanını da gördüm. En çarpıcı mantarların en zehirlileri olduğunu bildiğimden elimi bile sürmedim hiçbirine.
Sonra bir yamaçta kuzukulaklarını görünce artık dayanamayıp yolmaya başladık. Araya ötekiler de karıştı.
Hayatımda gördüğüm en büyük mantarlara ise orman yolunda rastladım. Neredeyse 35-40 santim genişlikteydi biri. Bir tanesi üzerine yıldız tozu serpilmiş gibi ışıl ışıl parlıyordu. Üzeri pembe beneklerle kaplı olanını da gördüm. En çarpıcı mantarların en zehirlileri olduğunu bildiğimden elimi bile sürmedim hiçbirine.
Kocayemiş toplayanlar...
Meyvelerdense, bir orman dolusu kocayemiş ve tabii muşmulalar. İnanılmaz bir kocayemiş bolluğu vardı, insanın gözünü döndüren cinsten. Bu güzel meyvenin tadını biliyorsanız durup toplamadan edemezsiniz. Görünüşü zaten baş döndürücü. Öyle ki onlar yüzünden birkaç meyve ve ot hastası grubumuzdan kopmayı bile göze aldık. Ama sonuçta eve bir dolu otla ve meyveyle dönmeyi başardık. Ne yazık ki ben kocayemiş tadını çok sevmeme karşın (bütün orman meyvelerine bayılırım zaten) alerjik bünyem nedeniyle fazla yiyemeyenlerdenim. Sadece on tane filan yedim ama o bile beni fena çarptı ne yazık ki. Bu yüzden alerjik bünyelilere aman dikkat diyorum. Bu güzel meyveye kendinizi kaptırmayın...
Belgrat ormanında medeniyet (!)
Peki sonra ne oldu: Kuzukulakları salataya karıştı. Diğerleri az haşlanıp evde zaten beni bekleyen (Kartal cuma pazarından) ısırganlarla birleşti ve sevgili Tijen’in Bir Ot Masalı’ndaki o caanım tariflerine dönüştü: Salata, börek içi... Ehh Yurdumun Yenilebilir Otları kitabına bakmayı da ihmal etmedim elbet.
Ben bu gezi sonrası çok mutlu oldum dostlar. Sizlere de şiddetle bir doğa yürüyüşü ve keşif gezisi öneriyorum. Hemen şimdi...
.......................o0o....................
15 yorum:
Ben de bir ot delisiyim. Ah! keşke ben de o grupla yürüseydim. Akşam yemeğinde yediklerimin yüzde yetmişi ottur. Hem İstanbul'da yaşa, hem böyle bir doğa yürüyüşü...
Çok güzel.
Izine geldigim zaman sokak aralarinda dolasirken bir yaban otunu saatlerce inceledigim de bana kiziyorlar.Kendilerine bu otun degerini anlattigim zaman inanmakta zorluk cekiyorlar.Türkiye hakikaten bu konumda bir cennet.Kücük bir örnek Mart ile Haziran arasinda yol kenarlarinda minik sari cicekler acan otlar vardir.Kopardiginiz zaman dalindandan koyu sari bir su gelir.Sigil icin birebir.O kadar cok sey varki doganin bize verdigi biraz merak edebilsek.Güneydogu gezimde sarp kayalar arasinda yetisen Distil'i hic bir yerde göremedim.Burada o cicegin tanesine 100 lerce Euro ödemek zorunda kalirsiniz.Böyle geziler yasamin ne kadar güzel oldugunun birer belgesidir.
Kaleme almakda bir baska güzellik hos geldiniz Sefika kardes böyle güzel yazilarin devami ile.
Saygilar.
Ah Nihat bey,
Bense sizin şu Datça otları gezilerinizi bilseniz, öyle kıskanıyorum ki...
Erdil bey,
Ben de sizlerle yeniden buluştuğum için çok mutluyum.
Distil'i merak ettim. Ot olur da merak etmez miyim hiç?
Cok imrendim; ben de ot, yemis bikmadan yerim...
Oh, yaziyi okudum, icim acildi!!!! Ah, orada keske ben de olsaydim. :o)
www.elifsavas.com/blog
Geziniz bana çocukluğumu hatırlattı. Rumelifeneri'nden çıkar, böğürtlen, koca yemiş ne varsa toplar eve dönerdik.
Sizin "köyünüz" olduğunu biliyorum oraların:)) Onun için gerçekten Belgrad ormanı mı deniyor sormak istiyorum (ben pek emin olamadım da).
Şimdi sen yazını okuyunca düşündüm de, bende hayatımda gördüğüm en büyük mantarları Belgrad Ormanında görmüştüm..Harika şeylerdi, ama bende korkudan elimi sürememiştim...
Belgrad Ormanı sanırım Kilyos'a kadar gitmiyor. Zekeriya Köy ve Kilyos, ormanın hudutları içinde değil ama tam sınır neresidir bilemiyorum. Siz denize yakın bölgelerde gezdiyseniz-fotoğraflardan öyle anlaşılıyor- Belgrad Ormanı'nda değildiniz.
Akın Bey: Teşekkürlerimle.
Biz de haftalardır böyle bir gezinin hayalini kura kura canım sonbaharı kaçırdık. Oysa ne güzel havalar oldu yürüyüş için. Belgrad ormanı da nerdeyse burnumuzun dibinde. Kısmet değilmiş. Senin yazını okuyunca keşke ben de orada olsaydım dedim kendi kendime.
Şefika'cığım,
Kitaplarımı anmışsın, önce ona teşekkürler ama o kocayemişleri görünce ne oldum biliyor musun? Bodrum'da, İzmir'de falan da yetişir de neden Antalya'da yok diye merak ettim şu anda. Belki dağlarda vardır ya pazarlarda hiç çıkmadı karşıma. En son Burgazada'da dalından koparmıştım, nasıl özledim o anı!
Sevgili dostlar, Habibe, Elif, Ayşegül, Meltem, Tijen,
Yazdıklarınızdan sizlerin de birer doğa ve ot delisi olduğunuzu anlıyorum. Ben zaman zaman doğaya kaçıyorum. Öyleyse yine yazarım. Ne güzel... Doğa gibisi var mı? Öyle değil mi?
Mevsimi çoktan geçti biliyorum ama ben de kocayemişi istiyorum ben deee! O kadar çok özledim ki! Çocukluğumun kocayemişi hem o. Ailenin yaşlıları çiçeğini, yaprağını toplardı. Biz çocuklar da yemişinin peşindeydik. Öksürüğe, bronşite iyi gelirmiş çiçeği, yaprağı...
Çok feci vurdun şimdi beni Şefika. Bir de otlar ve peynirli salatası dedin ya, ah ahhh...
Yorum Gönder