Karakolun yokuşundan inerken ilkin deniz günaydın, der size. Durağın arkasında süt mavi dudakları kıpır kıpırdır denizin.
Durağı geçince yaşlı eczacı hanım. O eczane kalkalı çok oldu tabii oradan. Onun Rıfat Ilgaz'ın eski aşkı olduğu söylenirdi. Kır saçını arkaya topuz yapan, minyon ve hoş bir hanımdı diye hatırlıyorum. Eczanenin içinde el yapımı ilaçlar için havanlar, birtakım ağzı mantarlı cam şişeler filan vardı. Karşıdaki Tekel büfesi Zekeriya, ayrılmaz parçası tahta park kanepesiyle iskeleye yapışmış gibidir. Daha geç saatlerde sökün edecek müdavimlerini bekler. Akademili ressam ( trafik kazasında ölen) Rafet’i ve daha birkaç dostunu...
Set gibidir kave. Birkaç merdivenle çıkılır. Merdivene çok sonradan gölgelik yapılmış. Eskiden yoktu. Yazın, baharda, güzde hele hava ılıksa bahçe kısmı hep tıklım tıklım olurdu. Kışsa içerde ya bir kişi olur ya iki. Bazen kimsecikler yoktur. Yine de yokuştaki öğrenci evinin ıssızlığından, karanlığından kurtulmaktır kave. Orada mavisi denizin, gözünüzü, gönlünüzü maviye boyardı. Ilık hava ısınmayan ellerini ısıtırdı insanın. Ali Baba'nın sesi içini... Ya da içerde yanan sobanın çıtırtısı kuşatırdı yüreğini. O yüzden kahvaltıyı orada yapmak günün ilk elzem işidir. Sadece bir iki poğaça alabilen öğrenci bütçemle orada sabah çayımı içerdim. Yanına poğaçaları katarak. Poğaçalar bitişikteki -sanki asırlardır var olan- pastaneden alınırdı. Eskiden civarda başka pastane de yoktu zaten. Elin mahkum oradan alırdın poğaçanı.
Ali Baba kocaman avucuna sıkıştırdığı iki küçük çayla yağmurlarla kararmış, yamru yumru tahta masaya yanaşır ‘Hoş geldin kızım’ derdi. Ben de hatırını sorardım. Aradan üç sene de beş sene de geçmiş olsa sanki daha dün görüşmüşüz gibi sıcaktı o. Bazen yıllardan sonra yoklardım. "Sen beni hatırlamazsın Ali Amca”. “Hatırlamaz olur muyum kızım!” derdi. Bazen inanır, bazen inanmazdım. Onun dumanlı kafasında olsa olsa sisler içinde bir görüntüm kaldığını düşünürdüm. Her sabah gelen, kalabalık masalardan kaçan kız...
Ama bakışları daima dumanlı, uzakta. Sana baksa da uzaktadır. Sabahın erken saati de olsa...
Kavede resim yapardı Rafet. (Bizi Nur tanıştırmıştı. Ne güzel ismin var Nur. Ne güzel arkadaşların var.) Birgün taze balıklarla oturduğunu gördüm masada. Balıkların resmini yapıyordu. Bir balık natürmortu. Şaşırtıcıyı benim için. Herkesin çay içtiği masada çiğ balıklar ve ıslak boyalı resim kağıtları vardı.
Sonra, belki öğleden sonra ‘Orta Kantin’ tayfası akın ederdi. Yanyana tanıdık masalar. Kavede gazete, kitap okumak moda değildi daha. O zamanlar oturup kavede vatanı kurtarırdık (!) bir solukta. Her gün yeniden... Yüzlerce (!) çay eşliğinde. Bazen bira.
12 Eylül öncesi zamanlarıydı. Daha kave film mekanı (Tabutta Rövaşata) olmamış, kitabı (Çıracıoğlu) yazılmamıştı. Ali Amca burayı kardeşine devredip gitmemişti. Çaylar pahalanmamıştı. Eski dostlar pılıyı pırtıyı toplayıp göç etmemiş, yerlerini yeni kuşaklara terk etmemişti. Daha tribe giren filan da yoktu orada. Çok çok bira sarhoşu olunurdu. Diyorum ya vatanı kurtarmaya giderdik oraya. Hisar'ın hakiki Hisar olduğu zamanlardı. Köprünün gölgesi üstüne, gürültüsü beynine düşmeden önce.
***
Sabah haberlerinde duyduğum kadına yönelik şiddet araştırmasıyla ilgili birşeyler yazmaya oturdum ama nedense bu yazı çıktı ortaya.
Hava kapalı dışarda. Yağmur yağacak belki. Ondan mı hatırladım birden, boğazın mavi akan sularını, mis gibi baharını, mazide kalan insanlarını bilmem...
13 yorum:
Uzun zamandır yazmıyordun... Benim de öğrenciliğimin geçtiği yerler, eski günlere gittim, zaman ne kadar çabuk geçti diye hüzünlendim...Havanın rengine uydum..
Sevgili Ayşegül,
Kalp kalbe... Ben de şimdi Küba'yı okuyordum. Hisar,Küba,solculuk, karanlık hava derken çok doldu bugün de içim.
Artık bundan sonra sık sık yazmak istiyorum; ama ağlak yazmak istemiyorum...
Sevgili Şefika,
Link için teşekkürler. Ben de seni linklere ekledim. Umarım annen daha iyidir.
Geçmiş olsun anneniz rahatsız sanırım, acil şifalar dilerim.
Bu yazi nedense benim icimi acti. Koprunun golgesi dusmeden demissin ya, sen yazmasan o donemleri hatirlamayacak kadar uyusmus sanki anilarim...
Ders calistigim, dertlestigim, evime yurudugum, usudugum, esime o mekani koklatarak uzun uzun anlattigim bir köseyi yazmissin.
70'li yillari ya da 80 baslarini hatirlamayacak kadar ufaktim. Onunden "dolmusla" gecilen bir mekandi sadece o donemler. Buyuyunce mi cekiyor acaba ortak insanlari boyle mekanlar...
Sen daha guzelini canlandirdin.
(Burasi da kapali ve yagmurlu)
Sevgili Tijen,
Duyarlılığın için sonsuz teşekkürler. Beni mutlu ettin. Annem daha iyice.
Sevgili Sanem,
Evet annem bir ameliyat geçirdi. Çok teşekkür ederim.
Sevgili B5,
Bilmiyorum hepimizi neden daha derinden etkiledi bazı yerler. Çok çok güzel olduklarından belki de.
Biliyor musun o karanlık havadan sonra dün gece müthiş bir dolu yağdı burada. Çiçeklerin dallarının kırılacağından korktum ama üzerime düşen dolu taneleri ve çakan şimşekler yüzünden balkona çıkıp çiçekleri içeri çekemedim bile. Şimdi ise herşey düzene girdi. Bugün burnumun direği sızlamıyor neyse ki...
Not: Bugün tiramisu yaptım ev halkını yukarı çeksin diye. Yazık ki espresso yerine filtre kahve, mascorpene yerine labneyle. Buradan o zevkli tiramisu yazın için teşekkür ederim.
İlkin annenizin geçirmiş olduğu rahatsızlık için "geçmiş olsun" derim.
Bu yazının anlattığı yeri bilemiyorum. Fakat, sanki çok sevdiğim iki bardak kırmızı eçiyormuş gibiydim okurken. Ellerine, gönlüne sağlık, Şefika Hanım. Artık yazacağınızı öğrendim. Bu blogdan şimdi keyifle ayrılıyorum.
Düzeltme: İki bardak kırmızı şarap içiyormuş gibiydim. Yazıların devamını dört gözle bekliyoruz.
Guzel yazi... Cok guzel yazi.
www.elifsavas.com/blog
Sevgili Sefika, "Tema, 2B" konulu linkini kullandigim icin ben tesekkur ederim. Mesajini bugun gördum, cevabim geciktigi icin affet!
İçim sızladı, eskilerde olmak, o zamanları yaşamak istedim yeniden...
1975-76 yıllarında aynı mekanlardaydım ,okurken aynı duyguları yaşadım.Teşekkür ederim.
Yorum Gönder