19 Ocak 2008 Cumartesi

Ahmet Cemal'in çığlığı

Sözün bittiği yer...

Ahmet Cemal'i bilir misiniz? Niteliksiz Adam gibi, Milena gibi üstün nitelikli pekçok kitabın çevirmenidir. Çok donanımlı bir aydın ve gerçek dost (eskilerin deyişiyle hakikatli) bir insandır. Bütün bu niteliklerin neo liberal palavralar ülkesi Türkiye'de, paraya tahvil edilemediğini gösterircesine, gecenlerde Cumhuriyet'teki köşesinde parasızlıktan artık kirasını bile ödeyemediğini, yazdı.
Ahmet Cemal, bu ülkede nitelikli aydın olmanın bedelini ödüyor. Çevirdiği kitaplar ona kirasını ödeyecek kadar bile gelir getirmiyor. Büyük ve paralı yayınevlerinde basılsalar bile! Çevirisi uzun zaman alan nitelikli eserler yerine, paraya daha çabuk tahvil edilebilen hafif kitaplar çevirseydi ya da şiir ve deneme kitapları yazacağına şu günlerde moda olan "Bukowski 'nin Türk versiyonu" tarzında romanlar yazsaydı herhalde bunları yaşamayacaktı.
Şimdi pop art kralı Andy Warhol'un (günümüz dünyasında herkes bir an gelip 15 dakikalığına ünlü olacakmış ya!) dediği gibi 15 dakikalığına ünlü olabilir mi dersiniz?


Nitelikli Adam'ın çığlığı

Miyase İLKNUR


Yazar, şair, çevirmen, öğretim üyesi... Üç raf dolusu kitabı Türk yazınına kazandırdı. Pek çoğumuz Brecht, Kafka, Zweig, Bachman, Rilke, Lukacs ve Remarque'la onun sayesinde tanıştık. Dört yıl önce ''Nitelikli adam olmaktan istifa edeceğim, elveda çevirmeyi düşündüğüm kitaplar'' diye yazmıştı. Çığlığını kimseler duymadı. Son olarak da Cumhuriyet'teki köşesinde yaşamdan istifa edeceğini duyurdu. İki istifanın da temelinde yatan neden, geçim sıkıntısıydı.
Kitap kurtlarının aşina olduğu bir isim Ahmet Cemal . Otuz yılı aşkın süredir dünya edebiyatının ustalarıyla bizleri tanıştırdı. Üç raf dolusu kitabı Türk çeviri edebiyatına kazandıran Ahmet Cemal, ilerlemiş yaşlarda şiirlerini ve denemelerini kitap olarak yayımlayan bir nitelikli adam.
Kirasını zar zor ödediği, çoğunlukla da ödeyemediği küçücük evi ile ders verdiği Eskişehir Anadolu Üniversitesi arasında gidip gelmenin dışında yaşamında tek düzelik hâkim olan bu onurlu aydın, önceki hafta Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde ''Paranın Romanı ve Gerçeği Üzerine'' başlığını taşıyan yazısında bu kez yaşamla ölüm arasında gidip geldiğini duyurdu ansızın. Okurları, öğrencileri, dahası bugüne kadar manşetlerine çıkmayı başaramadığı medya şaşırdı. Ciltler dolusu kitap yazan, yüzlerce öğrenci yetiştiren, İttihatçı Bahriye Nazırı Cemal Paşa 'nın torunu Ahmet Cemal, parasızlıktan intiharın eşiğine geldiğini söylüyordu. İlk kez bir yazar, içinde bulunduğu yoksulluğu okurlarıyla paylaşıyordu.
'Bu ilk çığlığı değildi'
''Odak Noktası'' nın yazarı bir anda ilgi odağı oluvermişti. ''Yaşam ile ölümün belki de o ana kadar hiç olmadığı ölçüde kesiştiği bir gecede'' kaleme aldığı yazısında bir çığlık atmıştı Ahmet Cemal. Aslında bu ilk çığlığı değildi. Yaşamdan istifa etmenin eşiğine gelmiş olan yazar, dört yıl önce de nitelikli adamlıktan istifa etmek zorunda olduğunu duyurmuştu. Her iki istifanın temelinde yatan neden aynıydı: Geçim sıkıntısı...
O zaman çığlığını Hasan Pulur Usta duymuş ve köşesinde Ahmet Cemal'in istifa yazısına yer vermişti. Ahmet Cemal o yazısında istifa nedenini şöyle açıklıyordu:
''Yıllar önce, bu yola ilk çıktığımda, servetler kazanamayacağımın bilincindeydim. Zaten böyle bir hedefim de yoktu. Ama şimdi öyle olduğunu anlıyorum, çok naif bir düşüncem vardı. Ben onca çabayı göze aldıktan sonra, bu işlerin yabancısı olmayanlar elbet desteklerlerdi. Ölmemem için bağış değil, ama yaşamam için avans istemekte ve almakta zorlanmayacağımı düşünmüştüm.
Yanlış hesaptı. Ama istediklerimin verilmesinde ya da verilmemesinde, neredeyse her defasında korkunç, öldürücü, sözde incitmeyen sözlerin kılıfında ya da buz gibi uzaklaşmaların kalıbında yöneltilen aşağılanmaları yaşadım.
Nitelik diye direndiğimde, karşıma hep sözleşme süreleri çıktı. Nitelikten, günlük ölümler pahasına, hiç ödün vermedim.
Elimdeki zaten sonuna yaklaşmış birkaç kitabı bitirdikten sonra, bu işi de bırakıyorum.
Nitelikli iş yapma uğruna katlandığım onca geçim sıkıntısının ve aşağılanmanın sınırına, gençlik yıllarımda hep görmezlikten geldiğim bir sınıra vardım.
Hoşça kalın, bir zamanlar çevirmeyi düşündüğüm kitaplar!''
Niteliksiz adam olarak yaşama düşüncesini yaşama geçiremedi Ahmet Cemal. Geçirebilseydi eğer, ''Artık şöyle gözlerden uzak, kül rengi, sessiz sedasız bir ölümü arzuluyorum'' demeyecekti.
'Silifke'ye gel, bizimle yaşa'
Ahmet Cemal, bu ülkede nitelikli aydın olmanın bedelini ödüyordu. Çevirisi uzun zaman alan nitelikli eserler yerine, paraya daha çabuk tahvil edilebilen hafif kitaplar çevirseydi ya da şiir ve deneme kitapları yazacağına şu günlerde moda olan Bukowski 'nin Türk versiyonu tarzında romanlar yazsaydı bunları yaşamayacaktı. Belki yanlış tercih yapmıştı. Hukuk fakültesindeki asistanlık görevinden ayrılmayıp akademik yaşamını sürdürseydi, kimbilir belki bugün astronomik vekâlet ücreti alan ünlü bir dava vekili olarak karşımıza çıkacaktı.
Oh olsun demek lazım! Zaten kirasını ödemek için borç istediği arkadaşı da ''Sen de ayağını yorganına göre uzatsaydın'' diyerek benzer şekilde yanıt vermişti. Oysa Ahmet Cemal'in yaşamı boyunca ayağını boyuna göre uzatacağı bir yorganı hiç olmamıştı ki...
Cumhuriyet'teki yazısından sonra Ahmet Cemal'e gelen e-posta mesajları on beş bilgisayar sayfasını doldurdu. En yakın arkadaşı ''Ayağını yorganına göre uzat, ben öyle yapıyorum'' diye akıl verirken Cumhuriyet okurları yazarlarına yorganlarını paylaşma çağrısında bulunuyor, kimisi daha da öte giderek ''Silifke'ye gel bizimle birlikte yaşa'' çağrısında bulunuyordu. Eh bu da Cumhuriyet okurunun farkı...
Edebiyat dünyasında Ahmet Cemal örnekleri her zaman oldu. Orhan Kemal, Hasan Hüseyin, Vedat Günyol, Ece Ayhan ve daha niceleri onurlu aydın olmanın bedelini ödediler. Ahmet Cemal, ''Yoksulluğunu yazan yazar ilk ben oldum ama son ben olmayayım'' diyerek yanlış ahlaki değerleri savunmanın yanlışlığını da gözler önüne serdi.

Bu haber Cumhuriyet gazetesinden alınmıştır.

6 yorum:

ERDIL dedi ki...

"Sözün bittiği yer"...
?
"Harflerin,kelimelere,
kelimelerin sözlere dönüsücegi yer"...

Alp ve Ege'nin Annesi dedi ki...

Cocuklugumda TV de 'Unutulanlar'diye bir bijografik belgesel program vardi. Cogu da yaslanmis, ekonomik sIkIntI icindeki tiyatro sanatcisi aydinlardi, cok uzulurdum...Hala ulkemizin degerli insanlarina sahip cikamiyoruz. Yine cok uzuldum...

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

zaman zaman çaresiz isyanlarım vardır. Yazın yine bana onlardan birini yaşattı..

Şefika dedi ki...

Erdil bey;
Ne yazık ki o moda yazarlardan biri olamadı. İsteseydi elbette olurdu. Bu da onun seçimi.

Şefika dedi ki...

Ayşegül;
Yüz yılın en iyi yerli romancıları (Bkz. Notos dergisi) arasına girenlere bakıyorum da yazar seçiminde modanın etkisini görmemek için kör olmak lazım:(

Şefika dedi ki...

Alp ve Ege'nin Annesi;
Bunun için ölmelerini bekliyoruz sanırım. Ölünce hepsi badem gözlü sırma saçlı oluyor. Örnek: Oğuz Atay. Ona gereken değeri vermedik sağlığında diye dövünenler, henüz hayatta olanlara neden başlarını çevirip bakma gereği duymazlar, anlamam:(( Aslında anlıyorum; adamları değil de ondan!