27 Haziran 2009 Cumartesi

İzmir: Renkli, Türkçe, sinemaskop



ÇOCUKLUK



Affan Dede'ye para saydım,
Sattı bana çocukluğumu.
Artık ne yaşım var, ne adım;
Bilmiyorum kim olduğumu.
Hiçbir şey sorulmasın benden;
Haberim yok olan bitenden.


Bu bahar havası, bu bahçe;
Havuzda su şırıl şırıldır.
Uçurtmam bulutlardan yüce,
Zıpzıplarım pırıl pırıldır.
Ne güzel dönüyor çemberim;
Hiç bitmese horoz şekerim!

- Cahit Sıtkı TARANCI



(Şefika G. Kamcez, Radikal gazetesi kitap eki, 26.6.2009)



Kimi şehirlerin içinden tren geçer, kimilerinin öykü. İzmir içinden öykü geçen, sevgilisi edebiyat olan şehirlerin başında gelir.

Öykülü şehir İzmir’i İzmirli Öyküler kitabından okumak istediğinizde masmavi kapağında harika bir yaz fotoğrafı karşılıyor sizi: Buğulu sarı rengiyle Pasaport iskelesi, kırmızı çiçekler, denizle iç içe yaşamı İzmir’in. Satırlar arasında dolaşmaya başladığınızda ise, İzmir’in yaz sıcağından kaçıp Güzelbahçe’de denize giriyor, Mithat Paşa Endüstri Meslek Lisesi’nin sıralarında oturup, Varyant’ı dolanıyor, Hatay Sineması’nda kaçak film izliyorsunuz. Yalı Caddesi’nin çatı katlarında “imbatın dalgalandırdığı tül perde” yüzünüzü okşuyor. “Üşüyoruz kollarınla sarar mısın İzmir?” derseniz, kucaklıyor sizi İzmir.

Muzaffer İzgü, İnci Aral, Feyza Hepçilingirler, Canan Tan, Hasan Özkılıç, Osman Şahin, Sadık Yemni, Sadık Aslankara, Şükran Yücel gibi tam yirmi usta yazardan özgün öyküler yer alıyor bu kitapta… Hepsinin İzmir’de sizi götüreceği farklı yerler, her öyküde mevsim mevsim, yıl yıl İzmir var. Bu İzmir’i mekan tutmuş leziz öykülerde bakış açıları farklı yirmi yazarın anlattığı çeşit çeşit haller var. Aşk, ayrılık, ihanet ve yalnızlık, dostluk, acı, kıskançlık ve öfke ve neyse ki kavuşma ve sevinç. Kimilerinde derin bir mizah, ötekilerde çocukluğa, ilk gençliğe, eski sevgiliye özlem var… Her kesimden kişiler: Kundura işçisi, tornacı, kalfa, travesti, şef garson, öğretmen, memur, şoför, emekli, hükümet konağında çalışan büyükbaba, Rum büyükanne, reklamcı... Kimi zaman da Nefesçi gibi fantastik kişiler... Her öyküde farklı bir dil işçiliği, farklı kurgu teknikleri, diyaloglar, iç konuşmalar ve apayrı bir öykü tadı... Bütün bunlar bu kitabı zengin bir öykü şölenine dönüştürüyor. İsterseniz olaya, isterseniz düşünceye yaslanan, kiminin sürprizli sonu olan öykülerin tadına varmak kalıyor size.

İnci Aral Kral Suudi öyküsünde bir minibüs yolculuğundaki iç konuşmalardan şaşırtıcı güzellikte bir öykü çıkarıyor. Yeni tayin olduğu okula giderken okulla ilgili beklentilerinin umutla umutsuzluk arasında gidip geldiğini anlıyoruz. Öykünün sonu umuda dönük: “Hem dur bakalım, görmeden etmeden...” (s.79)

Şükran Yücel Beşinci Basamak adlı sokağa pek salınmayan kız çocuğunu anlattığı öyküsünde “Beynimizin neyi ayıklayıp neyi sakladığını bilemeyiz. Affan Dede’ye para saymadım, çocukluğumu satmadı bana. Satsa da almazdım zaten. O zihnimin gölgeleri arasında bir oyun oynayıp bana göründü,” diyor. Bu öyküyü okurken çocukluğun fısıltıları geliyor kulağınıza.

Sadık Aslankara’nın babasızlıktan üşüyen kahramanı, baba öğüdünü kulağına küpe yapıyor: “Bak oğlum, girip çıkılabilecek kapı, sanıldığı kadar çok değildir hayatta!” (s.125)

Muzaffer İzgü İzmirli Ferhat’la Şirin’in mizahi aşk öyküsünü anlatıyor. Günümüzün bir türlü baş başa kalacak park bulamayan kentli Ferhat’la Şirin’lerinin sevdasının önünde Mehmene Banu gibi kötü bir kadın yok ama yörenin insanı var, parkta simit satan bir dayı var.

Osman Şahin İzmir Bekir adında bir destan kahramanını dile getiriyor.

Mehmet Atilla İzmir’in o ünlü fili Pak Bahadır’ı anlatırken ‘Duvarların ve parmaklıkların ısrarı her yerde aynıdır,’ diyor. İçerde ve dışarıda… Cezaevinde ve hayvanat bahçesinde…

Raşel Rakella Asal İzmir’in hareketsiz, ılık güzünde geçen bir aşk öyküsü anlatıyor. Boğucu yazı, yapış yapış sıcakları gelince bu kentin, günlerin Güzelbahçe’de denizde geçtiğini, yazlıkta olmayanların imdadına ise Kordonboyu’ndaki imbatın yetiştiğini öğreniyoruz.

Sadık Yemni, müthiş bir bilimkurgu öyküsü sunuyor okura. Amsterdam’da kaleme alınmış İzmir’li Ziya Nefesçil’in öyküsü bu. Ziya Nefesçil insanın içinden kutsal nefesin çıkıp gittiğini, geriye toprak ve çamurdan yapılma beden kaldığını düşünüyor. Kahramanımıza göre “Yeryüzünde kutsal nefesten azade, yürekleri kapkara çamurdan yapılma firavunlar hüküm sürmekte artık.” (s.119)

Hülya Soyşekerci çok eski bir çocukluk buluyor Kemeraltı’da, “yapayalnızlıktan incelen saydamlaşan” yüreğin Kemeraltı sevdasında, “çınarın gölgesinde, taş yapılarda, tarihi hanlarda, sebilin şırıltısında...”

Yirmi yazarın her biri kendi öyküsünde geçmişi ve bugünüyle İzmir’i semt semt kuşatıp teslim alıyor. Üzerine bunca güzel öykü yazılmış İzmir’i bu yazarların dilinden okuyup da sevmemek, olanaksız.

Günler ah! ederek iskambil kartları gibi devrilirken üst üste, bir gün aradan bir kart çektiniz de İzmir mi çıktı? “Yürekleri kapkara çamurdan yapılma firavunların hüküm sürdüğü” bu dünyada nihayet soluk alabildiğinizi hissedip mutlu olabilirsiniz.

……….

‘İzmirli Öyküler’

Hazırlayanlar: Hülya Soyşekerci, Ferda İzbudak Akıncı
Şenocak Yayınları 2009, 147 sayfa, 8 TL.

**

2 yorum:

Hülya Soyşekerci dedi ki...

ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM CANIM ARKADAŞIM. EN İYİ DİLEKLERİM VE SEVGİLERİMLE...

Şefika dedi ki...

Seviyorum ben bu İzmirlileri:))