6 Ocak 2008 Pazar

Yangın yerinde orkideler

"Diyarbakır etrafında bağlar var/Zehir işler yüreğimde yaram var" der bir Anadolu türküsü. Diyarbakır etrafında geçen yıl dolanırken, bağları değilse de Bağlar semtini görmüştük. Yoksullarla, işsizlerle dolu, is kokulu, dar sokaklı semt... Dilerim birgün Diyarbakır yine tarihinde olduğu gibi neşeli bağlarla, bahçelerle çevrilir. Beş Gözlü Köprü'nün ordan akan sularla büyür, gelişir bağlar. Bugün Diyarbakır’da, yani o yangın yerinde ölüp giden orkideleri düşünürken aklıma şu da geldi:
Memet Baydur’un çok güzel bir oyunu vardır bu adda. Memet Baydur, okurken içinizi yakan, anlatmak istediklerini tokat gibi yüzünüze çarpan yazarlardandır. O oyunda bir yerde kravatın tarihini öyle bir anlatır ki okurken (veya oyunu izlerken) çarpılırsınız:

“Uygar değildik. Neden uygar eğildik? Kravat takmıyorduk çünkü! (Sessizlik.) Anlaman gerekiyor abicim, kravatlılar öksürmez. Bak anlatayım sana! Yıllarca.. yüzyıllarca önce.. kravatın icadından epey önce.. kömüre ihtiyaç duyan bazı insanlar.. bazı ince insanlar, boğazlarına kömür tozu kaçmasın diye boyunlarına bez parçaları bağlamaya başladılar! Basit bir eylemdi bu ama koskoca bir tekstil, mensucat sanayii doğdu bu gereksinimden! (Sessizlik.) Bez parçaları pahalıydı.. Yerin yedi kat dibinde kendi ciğerini tükürmek ucuzdu.. Dolayısıyla herkes boynuna dolayamıyordu şu medeniyet yularını! Kravat takabilenler.. Yeryüzüne çıktılar.. Takamayanlar.. Yeraltında kaldılar... O gün orada bunu açıkladım herkese... Kravat, kömür tozları boğazınıza kaçmasın diye icat edilmiş ve son derece uygar bir alettir. İşime son verdiler abicim. Ben de buraya döndüm... Yine... Kravatın icadı ve muhtelif kullanılışı diye bir kitap yazdım. Yazmak istedim yani... Heh heh heh.. Kağıt kalem zor bulunuyor buralarda.. Kravat gibi namussuzum! (Sessizlik.) İşte böyle! (Sessizlik.) Birbirlerine bakarlar bir an. Sonra Nuri önüne bakar hüzünlü.) Kravat.. Kömür madenlerinde icat edilmiştir.”

Diyarbakır’la kömür işçilerinin ne ilgisi mi var? Bilmem, Diyarbakır’a bir de kömür tozlarının arasından bakarsak Brecht’çi bir yabancılaştırma efekti olur belki... Hani Brecht der ya gerçeği görmek için azıcık uzaklaşıp bakmak gerekir, diye... Ben severim Brecht'ti; benim tüme varımcı kafama pek uyar. Noktayı anlamak için çembere, onu da anlamak için küreye bakmak gerektiğini düşünürüm. Nasrettin Hoca'nın hesabı herkese mavi boncuk dağıtmaya kadar götürmemek koşuluyla elbette. Yoksulluğu, çaresizliği görmek için Diyarbakır'a kadar gitmek gerekmiyor elbette. Metro City alışveriş merkezinin arka pencerelerinden bakmak yeterli bunun için. Sahi orada yemek yerken pencerelerden gözünüzü sakınıyor musunuz? Yoksa bir cesaret benim gibi bakıyor musunuz Gültepe'nin ara sokaklarına. Düşünüyorum o sokaklarla alış veriş merkezlerini birbirinden uzaklaştıran hangi dalgadır? Kravat mı yoksa?

XXX

Bir bebekten katil yaratan karanlığı sorgulamamızı istemişti bir kadın geçen yıl 19 Ocak’ta hani, hatırlıyor musunuz?
Çok derin bir sessizlik içinde bekleyen, Şişli’nin tüm sokaklarını dolduran müthiş kalabalığın önünde, insanın kanını donduran titrek bir sesle bir kadın konuşmuştu, duymuş muydunuz? Bu ülkede bebekler –ne çok bebek- kimi kanlı kimi kansız katil oluyor... Anneleri babaları acaba onları daha çok sevseydi, sevecek zamanı bulsaydı, o bilince ulaşabilseydi, o aymazlık, o karanlık yırtılabilseydi, acaba diyorum herşey daha mı farklı olurdu?
Bu ülkede bebekler, ana kuzuları, evden sabahları arkasından uzun uzun bakılarak, yürek ağızda uğurlanan evlatlar bir bir katlediliyor, bir anda bir bomba çekip alıyor onları anaların elinden. Peki ama evlerimizin tatlı sıcaklığından söz etmek, yemek tabaklarımızı sergilemek, aşk meşk, cinsellik vb. yazmak, çok okunmak için kafi olabilir ama insan/aydın olmak için kafi mi? Dört yalıtılmış duvar ve iki kişilik dünyalarımızdaki bencil uyuşukluğumuzdan uyandığımızda, ayaklarımız suya değdiğinde biraz geç olmayacak mı?
Yüreğin ölümü en kötü ölüm şeklidir demişti galiba O. Wilde.
Ya akıl? O da yitikler arasında değil mi sanki. Ey akıl neredesin? Çıktın mı baştan?

7 yorum:

ERDIL dedi ki...

Sefika kardes Pazar'in sukuneti icinde her satir,her kelime tokatin cikardigi sesle bozdu bu sessizligi,belki bir gün gelir gene
bir Pazar bir baska satirlar,kelimeler alkislara dönüsür.
Kaleminize saglik.
Sevgiler, saygilar.

Nihat Akkaraca dedi ki...

Evet, Şefika, en kötü ölüm şekli yüreğin ölümü.
Aklın baştan çıktığını heryerde görebiliyoruz...

Şefika dedi ki...

Erdil Bey,
Çok uzaklarda da otursanız, aslında bu ülkeye en az burada yaşayanlar kadar yakınsınız, biliyorum. Teşekkürlerimle.

Şefika dedi ki...

Nihat Abi,
Sizler, bizler yazarak, konuşarak, hep birşeylere el vermeye çalışarak didiniyoruz. Ama galiba yetmiyor...

Ayşegül Taştaban Erzincanoğlu/ Behçet dedi ki...

Özletmiştin kendini, ve yazılarını.. Bir daha bu kadar arayı açma..
Sevgiler

Şefika dedi ki...

Sevgili Ayşegül,
Benim de en büyük isteğim bu...
Bu arada GAP gezisi yazını okuyunca fark ettim ki benim Diyarbakır'da olduğum günlerde (Nisan 2007) sen de oralardaymışsın:))

B5 dedi ki...

Elimden geldigince tercume etmeye calistim kelimeleri okuyarak evdekilere.. Ayni etkiyi yaratamasam da buralara kadar ulasti ve dusundurdu bizi de.

Cok guzel yazmissin...